29 Mart 2012 Perşembe

bir kitap soracaktım?



müziksiz olmaz
“Kolay gelsin carrefour şubesinden arıyorum bıdıbıdı kitabı stoklarınızda görünüyor transferini rica edebilir miyim?”

Bu cümleyi her gün en az 5 kez kullanıyoruz :)

Diğer şubelerimizdeki arkadaşlarımızı ben çok merak ediyorum. Belki defalarca konuşuyoruz aynı kişiyle ama ismini bile bilmeden kapatıyoruz telefonları. Aslında mağazalar arasında oryantasyon mu nedir ondan olsa. Yani farklı şubelerimizde çalışsak dönem dönem herkes tanısa birbirini. Yani ben çok merak ediyorum onların müşterilerle olan diyalogunu. Acaba bizimle aynı problemlerimi yaşıyorlar. Düzenleri nedir. Ayrıca birbirimizi tanısak telefonda da kitapları sorarken tarif ederken çok daha rahat iletişim kuracağımızı düşünüyorum. Anadolu yakasında iki şubemiz var bizim. Ama Avrupa yakasında ooo dolu. Yani ben onların yerinde olsam yakın şubelerdekilerle beraber öğle yemeği yerim ne bilim. Tecrübelerini aktarırsın. Sonra herkesin kitap zevki ayrı herkes okuduğu bir kitabı anlatsa şahane bir bilgi olur. Zaman zaman aklımdan geçmiyor değil suadiyedeki şubeye gidip tanışayım kardeşlerimle diye :) Bazen telefonlarda çok komik diyaloglar oluyor mesela.
Kolay gelsin carrefour şubesinden arıyorum bir kitap soracaktım
Teşekkürler size de kolay gelsin nedir kitap
Cin ali. Bir adet görünüyor stoklarınızda varsa transferini rica edebilir miyiz?
Raftan kontrol ediyorum.
Evet bekliyorum.
Var kitap kimin adına transfer edeyim.
Deniz
Nasıl?
Deniz benim ismim deniz adına transfer edin.
A tamam.
Teşekkürler ben kiminle görüştüm?
Deniz
Efendim?
Benim adımda deniz.
Hee :) neyse memnun oldum kolay gelsin.
Nasıl bir yorgunluk nasıl bir kafa dalgınlığıysa ikimizde birbirimizin adının deniz olduğunu kabullenememişiz.
Sözün özü aynı işi yapıyoruz aynı çatı altında çalışıyoruz ama tanışıklıklar sesten ibaret. Gerçi geçen sene tüyapta çalışırken diğer şubelerden bazı arkadaşlarla tanışma fırsatı buldum. Çok keyifliydi. Gezeceğim arkadaş sonunda diğer şubeleri :) ya da bloğumda toplayacağım herkesi en sonunda. Sevgiler. 

25 Mart 2012 Pazar

Yasayacak Mıyım Doktor?



Merhaba canlar
Deniz kardeşiniz bu aralar başını hastalıktan kaldıramıyor. Dikkat ettim de iki yazımdan biri ya hastalık ya da işten şikayet. Bu düzene bir dur demek lazım. Evet bu konuyu düşüneceğim. Fakat şimdi ben ne zaman hastalansam çaresiz kalan tıbbımızdan söz etmek istiyorum.
Her şey 17 mart cumartesi akşamı başladı. İşten sonra eve uğrayıp dışarı çıkacaktım. Sabahtan başım ağrımaya başladı zaten. Ya o gecenin programı iki hafta önceden falan yapılmıştı yani. Bak hatırladıkça gıcık oluyorum duruma. Eve girdiğim gibi yere yapıştım. Tansiyonumu bir ölçtüm ki 9a 5. Hep düşüktür benim tansiyonum ama bu kadar da değil tabi ki. Biraz yatayım geçer falan dedim. Yatış o yatış sabah hala başım ağrıyordu. Artık dayanamadım ve ağrı kesici aldım. Ağrı kesiciyi alınca tansiyonumda düzeliyor tuhaf bir şekilde. Sakın kimse tuzlu ayran yap falan demesin. Zamanında tuzu yaladım bildiğin. Ama tırt anlayacağınız.
Tüm bunlar olurken kuru bir öksürük başlamıştı ama takılmamıştım ben taa ki geceleri uykumdan uyandırana kadar. Nasıl bir öksürük yarabbi öksürmekten karın kaslarım baklava oldu bildiğin. Neyse tabi ben geceleri iki üç saatlik uykularla işe gidiyorum. Salı günü mağazada uyuya kalacaktım neredeyse. Çarşamba günü hoop poliklinik. Kulak burun boğaza aldım randevuyu ben ama bu öksürük işi, dahiliye alsaydın dediler. Doktor bu eşek değil ya anlamazsa yönlendirir yani diye düşündüm. Kbb hiçbir şey yok sinüzit filmi çekelim bir de göğüs hastalıklarına görün dedi. Göğüs hastalıkları hiçbir şey yok akciğer filmi çekelim dedi. İkisini de çekip gösterdim. Tekrar bir şey göremediklerini söylediler. Hayır ben anlamıyorum öksürmekten bütün kaslarım ağrıyor, uyku uyuyamıyorum, boğazım tahriş oldu, sesim kısıldı, çalışamıyorum, ciğerleri fırlayacak kan kusacak gibi oluyorum. Ben tüm bunları yaşarken hiçbir şey göremediklerini söylüyorlar. Benim bunu aklım almıyor. Neredeyse benim zorumlar birkaç ilaç yazıldı. Tabi benim doktora güvenim sıfır. İlaçlar bana zarar verecek ağır gelecek diye düşünmekten kendimi alamıyorum. O gecede uyuyamadım ertesi gün kafamı yastıktan kaldıramadım ve akşamına tansiyonum tekrar düştü. Cuma sabahı aile hekimine gideyim bir de dedim. Attım kendimi sokaklara oksijen biraz iyi geldi açıkçası, yatmaktan örümcek ağı tutmuştum. Aile hekimimize gittim. Kadın formalite icabı bir muayene et falan ya da sevk et değil mi? İçeri adımı mı atar atmaz rapor mu istiyorsun dedi. İçimden bismillah dedim. Oturdum koltuğa. Anlattım hastalığımı kullandığım ilaçları söyledim, durumun hiç düzelmediğini söyledim. Belki alarjiktir dedi. geceleri uyuyamadığımı söyledim. Alerjik bir hap kullan dedi, yok mu bunun ismi? Yazılmıyor mu dedim. O sırada bir rapor yazdı falan. Ya ben bilemedim bu aile hekiminin işlevini. Sadece rapor ve ilaç yazmak için mi varlar. Neyse aldım ilacımı bir gün daha yattım. Ya uzun lafın kısası grip oluyorum ben yine ve tıp yine benim grip teşhisimde geç kaldı. Dün akşamdan beri burnum akıyor belki ben grip ilacı alsam geçecekti.


Şimdi sizlere öksürüğümü geçiren mucizevi kocakarı ilacını anlatmak istiyorum. İsmini de ben koydum. Zencefilli MIRÇ. Azcık bal. Örneğin iki çay kaşığı. Azcık zencefil. Örneğin bir tepeleme çay kaşığı. İkisini çay tabağında karıştırıyorsunuz. Ve fotoğraftaki mırç kıvamına gelinceye kadar karıştırıyorsunuz. Sabah akşam iki kaşık öksürüğe kesin çözüm. Boğazı biraz yakıyor ama hemen geçiyor. Dayanılmayacak bir tat değil.
Artık iyileşeyim gezip tozayım onları anlatayım istiyorum. Sevgiler :)

15 Mart 2012 Perşembe

uyu.

Aslında ben en çok uyurken konuşuyorum. Dilimin altında, ruhumun derinliklerine sakladığım yükleri haykırıyorum.
Korkmadan atıyorum çığlıklarımı. Düşünmüyorum, görmüyorum, bakmıyorum ileriye. Öyle rahatlıyorum ki.
Derin derin nefes alıyorum.
Serin, ferah bir hava bu içime çektiğim. Bir daha nefes alamayacakmışım gibi çekiyorum içime.
Ben ciğerlerimi doldurdukça bu serinlikle, etraf genişliyor. Kendimi sonsuz huzura bırakıyorum.
Sonra derin derin aldığım nefesler sıklaşıyor, kararıyor etraf. Diyemediklerim sığınıyor tekrar dilimin altına, uyanıyorum.
Bir düğüm boğazımda, yutkunuyorum..


13 Mart 2012 Salı

Hiç rejim yaptın mı tatlım?

Çalışan bir insanın kilo vermesi kadar zor bir şey yok. Bir kere her gün bir öğünü mutlaka dışarıda yiyorsunuz. Öyle evden hazırla, koy çantaya falan hikaye. Bir gün yaptın iki gün yaptın üçüncü gün mutlaka bir şey çıkar. Hazırlayamazsın, üşenirsin, evde unutursun, olmaz yani. E bir de akşam şiftinde olduğunuz gün akşam en erken on buçukta evdesiniz. Akşam şiftinde olan biri en son lokmayı ağzına attığında saat beştir. İllaki acıkıyorsun. Eve gel bir şeyler atıştır sonra hop yatak. Ne oldu yediğin her şey kilo. Ben sadece onda yemek yemeklede kalmazdım. Mutlaka bir çikolata sonra bir kuruyemiş tıkınır öyle yatardım. Ama buna bir dur dedim.
Ben o kadar çok abur cubur yiyorum ki aklınız almaz. Kapasitemi şöyle açıklayayım. Bir koca paket bol fıstıklı çikolata, koca bir paket kabuklu fıstık, varsa annemin yaptığı tatlılardan, sonra iki şekerli bir çay, baktım hala canım bir şeyler çekiyor cips bulur yerim. Zaten işte de koca bir çikolata mutlaka yemişimdir. E bir öğünü zaten işteyken yemiştim. Haliyle obeze doğru emin adımlar. Aslında yediklerime göre çok zayıfım :) aa bir de patlamış mısır keyfi var tabi ki.

Geçtiğimiz Cuma bu gidişe bir dur dedim. Kendi kendime bir karar aldım. Vereceğim arkadaş bir 5 kilo falan. İnanır mısınız cumadan beri ağzıma çikolata sürmedim. Kararı vermemin hemen ardından mağazadaki diyet kitaplarını karıştırdım. İyi hoş. Fakat henüz bir listeye bağlı kalmaya hazır değilim. Bu yüzden önce hayatımdan bir abur cuburu çıkarayımda sonrasına bakarız dedim. Öğün harici hiçbir atıştırma yapmıyorum. Aslında acıktığımdan değil sıkıldığımdan yiyordum bütün o abur ve cuburları. Hiç ağzım durmazdı arkadaş ya :) dur bakim cumayı sayma dördüncü günüme girdim Allah bozmasın. Sabah kahvaltısını hep yapardım zaten öyle atlama gibi bir huyum yok bana yemek olsun zaten :) sonra bir meyve falan yiyorum. Günlük tatlı ihtiyacımı bir dilim anne kekinden sağlıyorum. Çaylarıma şeker atmıyorum. Yok içemiyorsam bir tane esmer şeker şettiriyorum. Akşam onda eve geliyorsam yoğurt ve galeta kemiriyorum. Aklıma çikolata falan düştü diyelim hemen galetaya sarılıyorum. Bol bol su içmeye çalışıyorum. Bakalım ya, bindik bir alamete gideyoz kıyamete. Sevgiler. 

10 Mart 2012 Cumartesi

sevgili haftalık

Bugün blog sayfama en son 26 şubatta yazdığımı fark ettim oha dedim çüş çektim. Sonra neden yazmadığımı düşündüm, enteresan bir şey yok çünkü. E işten şikayet et et bir yere kadar. 26sından beri ne olmuş bakalım :)

29 şubatta işten 4 saat iznim vardı. Yani öğle ikide işten çıktım ne yaptığımı hatırlamıyorum. Eve gittim heralde ajandamda da bir not yok :)

1 martta arkadaşım Burcuyla Kadıköy limana (merak edene)gittik. Uzun zamandır görüşmediğimiz için konuşacak o kadar çok şey birikmiş kiii. Ama en önemlisi arkadaşım teyze oluyor :) Bebeğin cinsiyeti kesinleştiğinde bebek günlüğünü alacağız. Burcuda zevkle dolduracaktır. Ah ah bizim çocukluğumuzda yoktu böyle şeyler :)

2 martta da çocukluk arkadaşım  Melisayla limana gittik :) En sevdiğim mekanlar diye bir liste yapsam liman ilk üçe girer. Çok rahat bir mekan gitmediyseniz mutlaka gidin !

3 martta da can arkadaşlarım Melisa ve Tuğçeyle beraber Caddebostan havelkaya gittik. Sohbet muhabbet, fındık fıstık :) Ben tavla bilmediğim için ikisine oynatmıyorum. Jenga istedik garsonlardan. Uzun zamandır bu kadar makara yapmamıştık sanırım. Tek kuralımız; kural yok yalnızca acele ediceksin. Tavsiye ederiiim :)

4 martta mağazamızda Enver AYSEVER’in imza günü vardı. Güzel geçti. Bir ara bir bağırış çağırış koptu. Sonradan öğrendiğime göre Enver Aysever lafı gediğine koymuş. Sanırım burada yazmam doğru olmaz.

5 mart öğle yemeğimi mc donalds tan yidim.

6 mart bugün üniversitede ilk oda arkadaşım (odamınarkadaşı) Büşraya mektup yollamamın 2. haftası. Lanet olsun sana p.t.t. Kırk yılın başı bir güzel harekette bulunayım dedim. Sen limon sıktın ona da. Pullar popona yapışsın p.t.t.

7 mart kendime OXXO’dan yeni bir kot aldım.

8 mart izin günüm :) ama boşa geçirilmiş bir izin günüm. Öğlene kadar yataktaydım. Yatmaktan ve uyumaktan başıma ağrılar girdi. Sonra kendimi kuaföre attım. Saçlarımı kırmızı yaptım. Siyah saçı bir buçuk senedir kullanıyordum. Ondan önce kırmızı, pembe, turuncu yapmışlığım vardır. Eski fotoğraflarıma bakınca esti birden. Ama şuan çok açık kırmızılar ben böyle daha bordo istiyorum. Dipleri gelsin o zaman tekrar boyatırım :)

9 mart mağazada akşamcıydım. Saat 21.00 falan kasadayım. Müşterinin slibini pos cihazından kestim. Karttaki ismine bakıp faturaya ismini yazdım. Teşekkür ederiiiiz :) dedim. Kartını ve faturasını iade ettim. Aramızda ki diyalog aşağıdadır!
- Neden faturaya isim yazdın?
- Fatura kesen şirketlerin faturaya isim belirtmesi zorunludur beyefendi, fiş kesemiyoruz maalesef.
- Yok öyle bir zorunluluk.
- Var efendim. Şayet yazmazsak muhasebeden ikaz geliyor.
- Yok öyle saçmalık.
Arkamda ki duvarda, üst kısımda asılı çerçeveye bakıp kanunu olduğu gibi yüksek sesle okudum.
- Bakın beyefendi orada da yazılı; vergi usul kanunu bıdı bıdı bendine göre fatura kesen firmaların faturalara ad soyad, adres, varsa vergi dairesi ve vergi numarası belirtmesi zorunludur.
Keşke çerçevenin altına kasiyere boşuna çemkirme öküzde yazsalardı. Okumayı bitirip öküzün suratına baktığımda sinirden gözlerini pörtletmişti.
- BANA MI ÖĞRETİYORSUN?
- Öyle bir amacım yok sadece kanunu söylüyorum.
- Belki ben vergi numarası vergi dairesi söyliyecektim.
- Tabi ki ekleyebilirim verin faturanızı.
O sinirle buruşturduğu faturayı ağzıma doğru uzattı. Öküzün faturasını aldım. Vergi dairesini sordum. Tabi ki öyle bir şey yoktu altta kalmamak için blöf yaptı. Ben ekleyim deyince geri adım atamadı şerefsiz ucube.
- Sil onu hiçbir şey yazmayacaksın istemiyorum dedi.
Yazdığım ismin üzerine bir çizgi çektim. Altına not düştüm müşterimizin isteği üzerine isim belirtilmemiştir. Kaşeledim, verdim faturasın. Defolup gitti. İnşallah yüzü kağıt kesikleri içinde kalır. Her kesiğin üstüne tuz basarlar ve göz pınarlarına iğne batırırlar. Amin.

Geldik bugüne :) 10 mart bugün bişicikler olmadı 18.oo da mağazadan çıktım doğruca evime geldim. Yemeğimi yedim kuruldum bloğumun başına :) ha bu arada fizy.com’a lanet olsun. Site çalışmıyor. Ve ben her yazıma bir müzik ekliyorum. Şuan hepsi tırt yani. Linklere tıklayıp sessizliğin sesini dinleyebilirsiniz arkadaşlar. Bundan sonra youtube kullanacağım. Arada yasaklanır falan ama ona bir şekilde ulaşılıyor hiç değilse. Ve bu 10 gün içerisinde Prensesin Uykusu, Maç Sayısı, Tiffany’de Kahvaltı filmlerini izledim. Fena filmler değillerdi. Eğer merak ederseniz onlar hakkında ki görüşlerimi de yazarım. Tiffany’de Kahvaltının kitabını bitirdim. Ayrıca yarım yarım ara ara okuduğum bir sürü kitap var. Ama “Duyguların Rengi” kitabıyla daha seviyeli bir birlikteliğimiz var. Eğer merak ederseniz bitirince onun için bir tavsiye yazısı yazabilirim :) Efendime söyleyeyim başka diyecek bir şeyim kalmadı sanırım. Aaaa bir dakika pinhani grubunun yeni albümü 10 numara olmuş. İlk klipleride çok şahane. Şarkının adı Bana Hediye. Bana Kazım Hocamı hatırlattı o da bütün illeri gezer ve tabelaların önünde fotoğraf çekinir. 

Okuyucu kişisi bu yazıyı sonuna kadar okuduysan ve gülümsüyorsan cansın sen be :) Sevgiler